CIVICUS, İnsan Hakları Derneği (İHD) Başkanı avukat Eren Keskin ile Türkiye’de devam eden protestoları tartışıyor. Türkiye’nin en eski ve en büyük insan hakları sivil toplum kuruluşlarından (STK) biri olan İHD, Türkiye’de insan hakları ihlallerini belgeliyor ve insan hakları ile sivil özgürlüklerin korunması için kampanya yürütüyor.

İstanbul Belediye Başkanı ve muhalefetin bir sonraki genel seçimlerdeki cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun yakın zamanda tutuklanması, Türkiye’de 2013 Gezi Parkı protestolarından bu yana görülen en büyük protesto dalgasını tetikledi. İstanbul’da başlayan ve hızla düzinelerce şehre yayılan protestolar, öğrenciler, işçiler, muhalefet politikacıları ve ilk kez protesto eylemine katılanlardan oluşan benzeri görülmemiş bir koalisyonu bir araya getirdi. Hükümetin sert tepkisi, halkın öfkesini daha da artırdı.

İnsan hakları savunucusu olarak karşılaştığınız zorluklar nelerdir?

Yıllar boyunca çeşitli baskıların hedefi oldum. 1995 yılında bir yazımda Kürdistan sözcüğünü kullandığım için 6 ay cezaevinde yattım. 1994 ve 2001 yıllarında olmak üzere 2 kez silahlı saldırı yaşadım. Bu silahlı saldırılardan kurtulmayı başardım.

Şu anda Özgür Gündem adlı Kürdistan’da yaşanan hak ihlallerini haber yapan bir gazetenin gönüllü genel yayın yönetmeni hanesinde adım yazdığı için yani fiili olarak yapmadığım halde sadece adım yazdığı için 143 dava açıldı tarafıma. Örgüt üyeliği, örgüt propagandası, cumhurbaşkanına hakaret gibi kendi yazmadığım yazılardan cezalar aldım.

Şu anda toplam 26 yıl 9 ay hapis cezam var. Bu cezalar Yargıtay’da yani üst mahkemede, her an cezaevine girme durumum söz konusu. Ayrıca 8 yıldır yurtdışına çıkış yasağım var. Bunun dışında sürekli sosyal medyadan tehditler alarak yaşamımı devam ettiriyorum.

Neden şimdi bu kadar yaygın protestolar görüyoruz?

Türkiye Cumhuriyeti devleti, kuruluşundan bu yana bir hukuk devleti değil. Maalesef ki militer bir Cumhuriyet olarak kuruldu ve sadece Türk ve Sünni Müslüman kimliğini temel alan bir Cumhuriyetten söz ediyoruz. O yüzden hak ihlalleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşundan itibaren vardı, ancak son dönemde meydana gelen hak ihlallerine maruz kalanlar bugüne kadar daha korunaklı yaşayan kesimler oldu. Bu yüzden sanki hak ihlalleri yeniymiş gibi bir görüntü ortaya çıktı.

Protestolara katılan biri olarak şeklinde sormuşsunuz ancak, Şu anda, kuruluş ideolojisini yani Kemalizmi ya da ittihatçılığı savunan kesimler, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetiyle çatışma halindedir. Bu nedenle, insan hakları ihlallerini protesto etmek için sokağa çıktıklarında, Erdoğan ve AKP’nin işlediği ihlallere odaklanıyor, kuruluş ideolojisinden kaynaklanan ihlalleri değil. Bu da Ermeni soykırımı, Kürt meselesi ve Kıbrıs’taki askeri varlık gibi konularda resmi görüşü paylaştıkları anlamına geliyor.

İnsanlar şu anda protesto ediyorlar çünkü AKP, Milliyetçi Hareket Partisi ile birlikte, demokratik haklara ve örgütlenme, ifade ve barışçıl toplantı özgürlüklerine karşı büyük ihlaller işliyor. İnsanlar düşünceleri nedeniyle hapsediliyor ve yoğun ötekileştirme ve nefret politikaları var. Ancak bu protestocuları sisteme karşı olarak tanımlamak yanlıştır. Protestolar, AKP ile Kemalistler arasındaki bir iktidar mücadelesini temsil ediyor.

Bu protestoları kim koordine ediyor ve sivil toplum nasıl bir rol oynuyor?

Türkiye’de sivil toplum örgütlerini ikiye ayırmak gerekiyor: sivil toplum adı verilen ancak tamamen devlet gücüne bağımlı olanlar ve İnsan Hakları Derneği, kadın örgütleri, LGBTİ+ örgütleri ve bazı hukuk örgütleri gibi gerçekten sisteme karşı olanlar.

Bizim protestolarımız bugün sokağa çıkan insanlardan çok eskilere dayanıyor. Sürekli bir sivil itaatsizlik eylemi içindeyiz. Bundan 1,5 yıl öncesine kadar, sevdiklerinin zorla kaybedilmesini protesto eden ve adalet isteyen Cumartesi Anneleri eylemlerinde her hafta gözaltına alınıp kötü muameleye maruz kaldık.

Bugün protesto eden, özellikle AKP’ye karşı olduğunu iddia eden gruplar, genellikle Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Zafer Partisi ve İYİ Parti gibi Kemalist gruplar tarafından koordine ediliyor – sisteme karşı olan STK’lar tarafından değil. Gerçek muhalif sivil toplum gruplarının ifade özgürlüğü, cezaevlerindeki insan hakları ihlalleri, kadına yönelik şiddet ve LGBTİ+ kişilere yönelik nefret politikaları konusunda talepleri var. Protestocular ifade özgürlüğü taleplerini paylaşsa da, CHP tarafından koordine ediliyorlar.

Yetkililer nasıl tepki gösterdi ve neler değişmeli?

İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından İstanbul Büyükşehir Belediyesi binası önünde düzenlenen, Saraçhane protestoları olarak bilinen gösterilerde polis baskısı son derece sertti. Çoğu genç 300’den fazla kişi tutuklandı ve birçok protestocu gözaltında işkence ve kötü muameleye maruz kaldı.

Protestolar başladığından beri, yetkililer ülke genelinde yaklaşık 1.900 kişiyi gözaltına aldı, yüzlercesi yargılanmayı beklerken hapsedildi. Protestoları kapsayan uluslararası gazeteciler, “kamu düzenine tehdit” olduğu iddiasıyla sınır dışı edilme de dahil olmak üzere tacizle karşı karşıya kaldı. Ne yazık ki, devlet bir kez daha imzaladığı tüm uluslararası anlaşmaları ihlal ederek ciddi hak ihlalleri işledi.

Türkiye Cumhuriyeti öncelikle örgütlenme ve ifade özgürlüğü, toplumsal cinsiyete dayalı şiddetten korunma ve LGBTİ+ hakları gibi hakları garanti eden imzaladığı uluslararası anlaşmalara uygun hareket etmelidir.

Ancak Türkiye’nin bu anlaşmaların tek imzacısı olmadığını belirtmek gerekir. İmzacı olan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri de Türkiye’ye karşı mevcut izleme mekanizmalarını uygulamıyor. AB’nin Türkiye’ye yaklaşımını gerçekten değerlendirdiğine inanmıyorum. Başka bir deyişle, bu anlaşmaların diğer imzacı devletleri de bugün yaşadığımız insan hakları ihlallerinden sorumludur.

Bu röportajda ifade edilen görüşler röportajın katılımcısına aittir ve CIVICUS’un görüşlerini yansıtmayabilir.