“Türkiye’de Onur Yürüyüşü hala bir kutlama değil, protesto ve direniş alanıdır”
CIVICUS, Türkiye’de LGBTİ+ haklarının giderek kötüleştiği bir dönemde gerçekleşen son İstanbul Onur Yürüyüşü‘nü LGBTİ+ aktivistleri Çağıl, Can Kortun ve Jiyan Andiç ile konuştu.
Türkiye’de LGBTİ+ haklarına yönelik sistematik baskı giderek artıyor; yetkililer LGBTİ+ kişileri susturmak için daha fazla şiddet ve yasal kısıtlama kullanıyor. Hükümetin 2025’i “Aile Yılı” ilan etmesi, baskıcı politikaların yeni bir aşamaya geçtiğinin göstergesi olup demokratik değerleri ve insan haklarını temelden tehdit etmektedir.
30 Haziran’da ne oldu?
Bu yılki Onur Yürüyüşü’nün yapılacağı tarih olan 30 Haziran’da, yetkililer İstanbul’u abluka altına aldı ve resmi bir bildirimde bulunmadan yürüyüşü ve ilgili etkinlikleri yasakladı. Valilik, sosyal medyada yürüyüşün yapılmayacağını duyurdu ve toplu taşıma araçları ile feribot iskeleleri saatlerce kapatıldı.
Toplanmaya çalışanlar, hem sivil hem de üniformalı polislerin gözetimine maruz kaldı. Avukatlar ve gazetecilerin alana erişimi engellendi ve basın açıklaması yapmak isteyen 15 kişi şiddet kullanılarak gözaltına alındı. Anayasanın, önceden izin almaya gerek olmaksızın barışçıl toplanma hakkını güvence altına almasına rağmen, yetkililer bu hakkı yok sayarak yasal prosedürleri ihlal etti ve bir kez daha devlet şiddetini kullandı. Çok sayıda kişi haksız yere ve bazıları serbest bırakıldıktan sonra bile takip edildi.gözaltına alındı,bazıları ise serbest bırakıldıktan sonra dahi takip edildi.
İstanbul LGBTİ+ Onur Komitesi tüm süreci belgeledi, medyayı bilgilendirdi, avukatlarla iş birliği yaptı ve gözaltında bulunanların sağlık, gıda ve suya erişim koşullarını yakından takip etti.
Yetkililer Onur Yürüyüşünü neden yasakladı?
Onur Yürüyüşü ilk olarak 2016 yılında, Ramazan ayı ile çakıştığı gerekçesiyle yasaklandı. Sonraki yasaklar ise kamu düzeni, güvenlik ve toplumsal hassasiyetler gibi muğlak gerekçelerle meşrulaştırıldı. Ancak bunlar, LGBTİ+ bireylerin varoluşuna yönelik daha geniş bir ideolojik saldırının parçasıdır. Türkiye’nin 2021 yılında kadına yönelik şiddeti önlemeyi amaçlayan İstanbul Sözleşmesi‘nden çekilmesi, sözleşmenin “eşcinselliği meşrulaştıracağı” ve “ailenin yok olacağı” iddialarıyla gerekçelendirildi. Bu gelişmenin ardından kadınlara ve LGBTİ+ kişilere yönelik şiddet daha da arttı. Yetkililer gökkuşağı bayraklarını suç unsuru haline getirerek kahvaltı buluşmaları, piknikler, film gösterimleri ve basın açıklamaları dahil olmak üzere LGBTİ+ etkinliklerini keyfi olarak yasakladı.
2022’de, devlet desteğiyle, LGBTİ+’ların “aileyi hedef aldığı” iddiasıyla, organize nefretin normalleştirildiği Büyük Aile Buluşmaları adlı LGBTİ+ karşıtı mitingler düzenlendi. 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında ise, hükümet kampanyasını açık bir şekilde LGBTİ+ karşıtı söylemler üzerine kurdu.
Bu süreç, LGBTİ+’lar için ciddi sonuçlar doğurdu. LGBTİ+ hakları her geçen yıl daha da geriye gidiyor. Temel haklar sistematik olarak ihlal edilirken, kamusal görünürlük ve örgütlenme özgürlüğü giderek daha fazla kısıtlanıyor. Son yıllarda İstanbul Onur Yürüyüşleri yasaklandı ve polis tarafından acımasızca bastırıldı. Bu yıl, onlarca kişi keyfi olarak gözaltına alındı. Bazıları ilk kez gözaltına alınmalarına rağmen tutuklandı. Üç arkadaşımız beş hafta boyunca hapiste tutuldu.
Baskı yalnızca fiziksel şiddetle sınırlı kalmıyor. İstanbul’un bazı sokaklarında, geçmiş protestolardan alınan görüntüler üzerinden kişileri tespit etmek için yüz tanıma sistemleri kullanıldı ve bu da hedef alınarak yapılan gözaltılara yol açtı. 11. İstanbul Trans Onur Yürüyüşü öncesinde, iki kişi etkinlik başlamadan saatler önce kendi mahallelerinde gözaltına alındı.
Başka hangi haklar kısıtlanıyor?
Kısıtlamalar protesto hakkının çok ötesine geçerek ifade özgürlüğü ve sağlık hakkı gibi temel hakları da etkiliyor. Örneğin, 2024 yılında transların hormon tedavisine erişimi ciddi şekilde kısıtladı. 20 Kasım Nefret SuçuMağduru Transları Anma Günü’nde, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, cinsiyet uyum sürecinde kullanılan bazı hormonlar için yeni bir e-reçete zorunluluğu getirdi. Aynı dönemde, Sağlık Bakanlığı 21 yaşın altındaki kişilerin hormona erişimini kısıtladı.
Bu yılın başında hazırlanan yasa tasarısı, Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nda yapılması öngörülen değişiklerle cinsiyet uyum ameliyatı yapanlara üç ila yedi yıl hapis, izinsiz cinsiyet doğrulayıcı ameliyat yapanlara üç ila yedi yıl hapis cezası öngörüyordu. Yurtdışında ameliyat olan trans bireyler, Türkiye’de cinsiyet tanıma başvurusu yaptıklarında cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalabilirler.cezası getiriyor. Bu değişikliklerle, yurtdışında ameliyat olan translar, Türkiye’de cinsiyet tanıma başvurusu yaptıklarında cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalabilirler.
Bu durum, LGBTİ+’ların yalnızca varoluşları nedeniyle suçlu muamelesi gördüklerini ve haklarının açıkça ihlal edildiğini göstermektedir. Hükümetin 2025 yılını “Aile Yılı” ilan etmesi, bu baskıcı politikalara ideolojik bir çerçeve sağlamıştır. LGBTİ+ bireylerin kamusal yaşamdan silinmesini amaçlayan tüm bu politikalar, ulusal ve uluslararası insan hakları normlarıyla bağdaşmamaktadır.
Bu durum LGBTQI+ aktivizmini nasıl etkiliyor ve ne tür bir desteğe ihtiyaç var?
Nefret temelli yasalar ve politikalar, örgütlenmeyi her zamankinden daha zor hale getirdi. İstanbul’da hem LGBTİ+ hemTrans+ Pride haftaları komiteleri, gönüllü bulmakta ve gönüllü desteğini devam ettirmekte zorlanıyor. Oysa geçmişte katılım çok daha yüksekti. LGBTİ+’ların yasal korumadan yoksun olduğu bir ortamda, iktidardaki sağ popülistler onları kolayca “kamu düşmanı” ilan ederek varoluşlarını kriminalize ediyor ve bu yolla kendi meşruiyetlerini pekiştiriyor.
Buna rağmen direniş devam ediyor. Türkiye’de Onur Yürüyüşü hâlâ bir kutlama değil, bir protesto ve direniş alanıdır. Onur Yürüyüşü komiteleri, daha resmi sivil toplum örgütlerinden farklı olarak, tamamen gönüllülük esasına dayalı, tabandan gelen özerk yapılar olarak çalışmalarını sürdürüyor. 2015’ten bu yana baskılar, bu grupların politik tartışmaları yürütme ve kolektif düşünme kapasitesini sınırladı. Ancak yatay ve özerk yapıları sayesinde doğrudan topluluklarla bağ kurabiliyor ve onların deneyimlerini kayıt altına alarak uluslararası izleme açısından büyük önem taşıyan bir rol üstleniyorlar.
Uluslararası destek, Onur Yürüyüşü komiteleriyle doğrudan bağlantılar, hukuki destek, güvenlik mekanizmaları, görünürlük, dayanışma ağları ve sürdürülebilir finansmanı içermelidir. Ancak bu şekilde topluluk, yalnızca tepkisel olmaktan çıkarak dönüştürücü bir güç haline gelebilir. Asıl mesele, bu baskıcı rejime karşı dayanışma ağlarını nasıl güçlendirebileceğimiz ve özgürlük taleplerini nasıl sürdürebileceğimizdir.